23 Ocak 2015 Cuma

ABRAKADABRA

Bugün çok ateşli bir konudan bahsedeceğim size!

Hemen pis düşüncelere kapılıp, pornografik görsellere girmeyi geçirmeyin kafanızdan çünkü anladığınız gibi ben metaforlarla beslenen, 3 ana öğün arasına bunları atıştırmalık yapan biriyim.

Uzun zaman önce sırf bu huyumdan bezip, bir arkadaşım bana "Aaaa yeter ama ne kaotik konuşuyorsun, ne diyeceksen, tam olarak karşılığını veren kelimelerle ver de yorma bizi" demişti.

Yapamadım işte...
Seviyorum ben bu kelimeleri maymun etmeyi, napalım?

Neyse ateş konusuna geri dönelim.
Söylentilere göre insanoğlunun bu büyülü kaynakla buluşmasının üzerinden 795 bin yıl geçmiş. Hesaba göre benim bu evde o bahsedilen ateşle buluşmam biraz geç sayılabilir ama o da dişi yapımla ilgili galiba. Bak tarihe, ilk bulandan, son yakana kadar hiç kadın yok arkadaş hikayelerde. Eee benim de ilk olmak için bu konuyu seçmem ayıp kaçardı zaten.

Kışın bu evin hakkını vermek konusunda bir takım zorluklar çektiğimi paylaşıp duruyorum. Hepsinde de ortak konu dönüp dolaşıp ısınmaya, ateşe geliyor.
Evde 2 adet 'ocak' var mesela. Şömine değil bak, OCAK. Bu ev 1950'li yıllarda inşaa edilip, aynı şekilde korunduğundan dolayı, tam olarak eski bir taş ev kafasına sahip. Bir salon kısmında bir de mutfakta eskiden yemek yapmak ve su ısıtmak için kullanılan 2 adet ocak mevcut. O dönemlerde bunları ısınmak için neden kullanmadıklarını araştırmak istesem de maalesef Türkiye'nin bu konuyu konuşmaya hazır olmadığını ve bahsini bile açmadığını gördüm.

 Mutfak Ocağı

Salon Ocağı


O yüzden yaşayan bir kaynak olan ev sahibeme konuyu açtım:
"Emine teyze siz bu ocaklarla napıyordunuz?
(çünkü bunlar çok geniş bacası ve alanıyla ısınmaya yetecek bir alt yapıya sahip değil sanki)

"Ahh ahh biz onlarda yemek yapardık. Yıkanmak ve çamaşır için de onun içinde hep su kaynatırdık. Hatta kalan külü çamaşır suyuna karıştırıp, daha beyaz olmasını sağlardık. O zaman şimdiki gibi ocaklar, çamaşır, bulaşık makinalerı yoktu tabii, erken gelmişiz dünyaya.."

Çok yorgun bir damara denk geldiğimi hemen fark edip,
"Valla çok zorluk yaşamışsınız, kıyamam size" diyip ortamı ince ince terk ettim.

Bu muhabbetin üzerinden 1 hafta geçmedi ki, İzmirden eski bir arkadaşımla şömine muhabbetini tutuşturduk.

"Deli misin ya sen, yakılmaz mı? Ne büyük bir keyif kaçırıyorsun farkında değilsin"
"Yahu biliyorum ama korkuyorum işte, hatta oduncuyla ne konuşacağımı bile bilmiyorum"
"Hahahha, tamam rüzgarsız bir gün seç, oduncuyu bul ondan kuru odun iste meşe ya da zeytin, biraz da tutuştumak için çam ve çıra..."
"Oduncuyla çıkmak benim için daha kolay bu söylediklerinden"
"Peki o zaman bekle ben oraya geldiğimde yakarım"

Hakkı, bu muhabbet sonrasında işlerini ayarlayıp Bodrum'a geldi.
Dereköy marketinin sahibine uğrayıp, ondan aldığımız yönlendirme sonuncunda, oduncunun yerini bulduk beraber.

Oduncunun sahip olduğu en kuru odunları seçip, bir çuval kısa kesilmiş, bir çuval uzun kesilmiş ve bir çuval da tutuşturmak için ince kıyımlardan alıp eve geldik.

Ocağın önüne daha önce evde bulunan mermer parçasını koyduktan sonra (ateş ahşaba sıçrarsa naparız diye düşünmemek için) Hakkı, nam-ı diğer 'The Ateş Uzmanı', büyük bir uzmanlıkla küçüklü büyüklü odunları çadır şeklinde dizip, aralarına 'Sıvı Reşo Yakıtı'nı  (tutuşturmak için kullanılan jelin adı) döküp, veryansın etti:)

Allahım ne büyük bir keyiften yoksun bırakıyorsun biz kadınları...


Valla biz o akşam, ateşi ilk keşfedenler kadar keyiflenip, gururlandık yaktıklarımızla.

Ateşle aramı yapıp, ona nasıl yaklaşacağımı öğreten Hakkı, evin belki de uzun zamandır özlem duyduğu ışıltıyı da sağlamış oldu.

ABRAKADABRA derlermiş Aramiler, istedikleri büyülü bir şeyin olması için kelimelerine güvenerek. Bu söz tam olarak "Söylediğim gibi yaratacağım" anlamına gelirmiş.

Ben de bir ABRAKADABRA çektim ve sonuç ateşli oldu!




1 yorum:

  1. Süper olmuş. Mis kokusu cabası. Biz eski evimizde şöminenin önüne genişçe aşağı yukarı 1 cm kalınlığında cam kestirmiştik. Kıvılcım sıçraması korkutuyorsa siperlikler var, yatmadan önüne koyuverin.

    YanıtlaSil